ÖZ-Ü CAN

Fena-i Ali Camii ve Türbesi ile Boğaz Manzarası, Zeynep Kamil/Üsküdar
Fena-i Ali Camii ve Türbesi ile Boğaz Manzarası, Zeynep Kamil/Üsküdar

Aşağıda paylaştığım şiir normalde müteveffa Dayım Özcan Ağaç (Allah Rahmet Etsin) için yazılmıştır.

Akrabalık ya da sıla-i rahim dinimiz ve adetlerimiz açısından çok mühimdir. Hele ki ölmüşlerimizi hayırla yad etmek ve ruhlarına hayır göndermek biz geride kalanların üzerine en önemli vazifedir.

Bu duygu ve hislerle bir zamanlar tek elden kaleme aldığım bu şiir ile yalnız dayımı ve akrabalık duygularımı anlatmayı değil, güzel vatanımızda hiç kimsenin aile ya da akrabalık bağlarının yıkılmamasını, sarsılmamasını da umut ederek yazdım ve bunu sizlerle paylaşma gereği hissettim.

Gönül Dilekçelerimin arasında, Dayımın hayatta iken yalnız benimle paylaştığı büyük dönüşünün hikayesini resmetmeye çalıştığım “Tevbe” şiiri ile bundan başka yine dayıma atfen akrabalarımızın arasına giren ve vefa duygumuzu zedeleyen fitneden dert yandığım “Hicran” adlı şiiri de bulunmaktadır. Bundan hariç Gönül Dilekçelerimde, yine yakın akrabalarım olan annem, babam, anneanneme yazdığım şiirler de bulunmaktadır.

Tümünü kısmet olursa Gönül Dilekçesi‘nde toplayıp yayınlamayı düşünüyorum daha doğrusu hayal ediyorum. Bu şiirler birer monografi, biyografi içermekle birlikte içeriğinde biraz tasavvuf biraz da Aşk solukları bulacağınız temalar üzerine olacaktır. Gayret bizden nasip Allah’tan…

Küçük yaşlardan beri içimde tutarak biriktirdiğim, aslında beni ben yapan bu değerli incilerin (Farsçası Dürr, Arapçası Lülü, İngilizcesi Pearl) artık saklandıkları yerden açığa çıkma vaktinin geldiğini düşünüyorum.

Bilindiği üzere bir incinin olması için denizin en dibinde en yüksek basıncı yemesi gerekir. Ve onu üreten istiridye hayatı boyunca bir defa ağzını gökyüzüne açarak yağmur damlasını içine alır ve onu onu basınç altında etrafından topladığı özlerle harmanlayarak çıkarır. Bu felsefede ve tasavvufta ki anlatımıdır.

Bilimsel anlatımında ise “kabuklarının arasından içine giren bir kum tanesi ya da herhangi bir parçacık istiridye tarafından yabancı madde olarak algılanır. İstiridye kendini korumak için bu yabancı maddeyi “incinin annesi” adı verilen sert, katı, güçlü ve parlak yapıdaki sedef mineraliyle sarmaya başlar. Zaman geçtikçe daha çok sedef ile kaplanan bu yabancı madde en sonunda parlak ve sert bir taşa dönüşür. İşte bu taşa inci denir.” İşte tüm bu misaldeki gibi;

Bahsettiğim bu şiirlerin birer inci misali tetiklenmesini, yaşadığım ya da yaşamak durumunda kaldığım bir AN’a bağlıyorum. Ve o AN’da “ilham yollarının” benim için açılması için dua eden, göz yaşı döken samimi eller ile güzel gönüllü insanlara bağlıyorum.

Bu güne kadar “boş konuşmaktan, vakti boşa harcamaktan” öteye bir arpa boyu yol alamamış ama aldığını zanneden; benim gibi bir cahile bile, ilham kapılarını aralayarak “arayışta olduğum, kaybettiğim kendimi” bulmamın gerçek sahibine yani Allah’ıma binlerce defa şükrediyorum.

Eğer hayatımın önemli bir durağı olan bu AN’ı yaşamasaydım, ne bu şiir ya da şiir tadındaki sözleri ne de blog yazılarının çıkacağını sanmıyorum. Doğrusunu Allah bilir…

Artık televizyonlarda şarkıcı, besteci, şair, ressam ya da kısaca “gerçek sanatçı” dediğimiz kimseleri izlediğimde bahsettikleri “ilham geldi” dedikleri şeyin gerçekte ne olduğunu artık biliyorum. Eserlerini üretirken yaşadıkları o güzel duygu AN’ını artık biliyorum. Ve bu her bilişimde sevinçten ve mutluluktan gözyaşlarım damla damla dökülüyor. Yaşlar döküldükçe benim gibi hisseden tüm gönüldaşlarımla BİR ve PİR oluyorum.

İlham dediğimiz şey; bir takım şartları yerine getirmek suretiyle olmaktadır. Bunun haricinde yazılanlar ise ilhamdan çok “bilgi, düzenleme ya da normal çalışarak kazanılan gayretin” ürünüdür.

İlham dediğimiz şey; aslında Rahmanidir. Ve aslında kullara verilen güzel küçük hediyelerdir. Bu vesile ile şiir yazan ya da yazmaya çalışan “dini, dili, ırkı” ne olursa olsun tüm herkesi bu hediyeleri alan samimi insanlar olarak görüyorum. Bunlar benim samimi itiraf ve duygularımdır: “Hayatı nasıl yaşarsak kainatı da o pencereden izleriz…

Okurken sizlerde de samimi hisler uyandıracağına inandığım bu şiiri değerli Blog ailesi ile paylaşmayı kendime bir borç biliyorum.

ÖZ-Ü CAN

Böyle ata nasip olmaz her kula,
Annemizin vefatından bile sonra,
Dağılmadıysa akraba sağa-sola,
Bizi bir arada tutan işte bu vefa.

Ata deyince, bilemedin meraklanma,
Ben sana onu da diyeyim zorlanma,
Ağacın özüdür O, topraktan Can’a,
Vefatından sonra yatandır Sinop’a.

Hacer koymuş adını: evladın Öz-ü,
Can’ı çıkayazdı doğururken ilk sözü,
Besmelesiz vermedi göğündeki sütü,
Ayrılmadı ondan ne teni ne de gözü.

Hacer ile Ahmed’in ilk göz ağrısı,
Öz-ü Can’dır koydukları adın anlamı,
Ağacın yükünü taşıdı narin kolları,
Cömertliktir onun en güzel yanı.

Aşikar etmez hayasından hayrı,
Bilir ki katlar Mevlam böyle sevabı,
Gösteriş, kibir sıkar ondaki ervahı,
Görmedik kimsede ondaki Eyyub sabrını.

Erken kaybettik babayı, kaldık mı yetim,
Bir yaşlı anam vardı, altıda kardeşim,
Ne yapsak, ne etsek tam bilemedim,
Kardeşim ile gurbete gitmekmiş kaderim.

Yolladı anam kardeşimle beni diyardan,
Kaç yıl geçti, çalış-çabala yorulmadan,
En çok ta beni ayrı kalmak üzdü yardan,
Hasret yaktı içimi, burnumda tüttü vatan.

Yıllar yılları kovaladı, çalışmam bitti,
Alamanın ağız kokusunu çekmek artık yetti,
Çok sevdiğim yurduma dönmek hasretti,
Sıla-i rahme varma düş değil, gerçekti.

Ah Fena-i Ali çok özledim kokunu,
Varsam huzuruna da hissetsem huşu,
Ezan-ı Muhammed okunur camiinde duru,
Tüm saflar dizilir “Allah” der her kulu…

Türben karşımda manzaram ise Boğaz,
Evim Üsküdar da kardeşiminki ile çapraz,
Gelen rahat eder evime açıkta kalmaz,
Duayı çok alanın bedeni ise inan yanmaz.

Hanım sofra kur! gelirler hepsi şimdi,
Mantıyı bolca tut, severler tavuklu şipsi,
Yeğenlerim kalabalık doyursunlar nefsi,
Eksik olmasın Halil İbrahim’in bereketi.

Aşağıya inip palamut alsam mı acaba?
Kardeşlerim çok sever kızartırız tavada,
Kız kardeşlerim için fark olmaz da,
Ah o enişteler de yetişse, geç kalmasa…

Ah şimdi yanımda kızlarım da olaydı,
Hiç eksiğimiz kalmaz evime rahmet dolaydı,
Allah kalbimi biliyor, anam yalnız başınaydı,
Vefa borcumu ödeyemezdim ırağında kalaydım.

Şimdi rahat uyu anam! KaracaAhmette,
Başında dikilen çam ağacının dibinde,
Tüm evlad-ı iyalin artık benimle,
Tek sofrada buluşuruz yine senin evinde…


Şimşir’in Kaleminden, Gönül Dilekçesi, 20 Şubat 2018




Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.